Dil ve Yenilikçilik

Dil ve Yenilikçilik



Yabancı dilde eğitim veren bir üniversitede eğitim gören biri olarak hayatım boyunca bunun getirdiği bir çok avantajdan faydalandım.

Bana öncelikle bir özgüven verdi. Okumaya, araştırmaya, sürekli kendini geliştirmeye odaklı bir kişi olarak olayları tek kaynaktan değil, farklı kaynaklardan inceleyerek, doğruya daha çok yaklaşabileceğime inancım arttı. Bu nedenle fikirlerime, savlarıma olan güvenim arttı.
Yabancılarla iletişim kurabileceğimi, farklı dünyalara açılabileceğimi anladım.
Dünyaya açılarak çeşitli diyarlarda insanlarla tanışma şansı yakaladım. Geniş bir çevre edindim. Ne zaman bir fikre, yardıma ihtiyacım olsa, sadece kendi ülkemden değil, dünyanın dört bir tarafından insanlara danışma, erişme şansım oldu.
Uluslararası projelerde görev alarak, kariyerimde daha çabuk yükselme fırsatı yakaladım.
Başka kültürleri tanıdım. Bu bana hayatın zenginliğini ve doğrunun bildiğim doğrudan farklı olduğunu gösterdi. Değişik kültürlere duyarlı oldum. Bu bana esnekliği öğretti.
Dilin insan düşüncelerinde ve düşünce kalitesinde ne kadar etkin olduğunu öğrendim.
Kendi dilimin üstünlükleri olduğu gibi gelişmeye açık yanlarının da olduğunu farkettim.
Hepsinden önemlisi. Mustafa Kemal Atatürk'ün dil ve harf ve devriminin kadar büyük bir ileri görüşlülük olduğunu fark ettim.

Bu listeyi belki daha da uzatabilirim. Amacım yabancı dil öğrenmenin faydalarını sunmak değil. Ama bu listeye baktığımda ve kariyerime başladığım yıllarda sağladığım kazanımlara baktığımda yabancı dilde eğitim veren bir okulda okumanın avantajlarından çok yararlandığımı rahatlıkla söyleyebilirim.

30 yıl kadar önce bir akşam, eğitimini Türkçe veren, ülkemizin en eski üniversitesinin rektörü ve makine mühendisliği fakültesi dekanı ile birlikte bir akşam yemeğinde buluştum. Konumuz tabii ki ülkemizdeki teknik eğitim kalitesi idi. Ben o yemekte sayın rektöre iki konu önermiştim. Birincisi mühendislik öğrencilerine mutlaka finans, ekonomi gibi temel işletme derslerinin öğretilmesi, ikincisi de hızla değişen dünyada bilginin artık üniversitelerden işletmelere kaydığı, dolayısıyla bilgiye en hızlı ulaşmanın ancak yabancı dil bilmek ile olacağı, bu nedenle üniversitelerimizin yabancı dilde eğitim veren kurumlar olması lazım geldiğini ifade ettim. Sayın Rektör ve Dekan da, kendi açılarından olaya bakışlarını ortaya koyarak eğitimin öğrencinin ana dilinde verilmesi ile iletişimin ve öğrenmenin daha etkin olacağını, batı etkisinden gençlerimizi arındırarak kendimize özgü örneklerle gençlerimizi yetiştirmenin daha doğru olacağını ortaya koydular.  Fikirlerimi o masada tam benimsetemesem de benim için çok güzel ve faydalı bir akşamdı. (Bugün mühendislik öğrencilerine ekonomi dersi verildiğini biliyorum.)
 
Bu anımı, KALDER’in yayınladığı KALİTE dergisinde Prof. Dr. Ali Rıza Kaylan’ın bir yazısını okurken anımsadım. (1) Sayın hocam benim de çevremde her zaman üzerinde hassasiyetle durduğu bir konuyu dile getirmişti. Başarılı olmak, yaşam ve refah seviyemizi yükseltmek istiyorsak kaliteli düşünmek zorundayız. Düşünmek ile dil arasında sıkı bir bağ vardır. Düşünmek aslında “Kendi kendimize konuşmaktır” da diyebiliriz. İnsanlarımızın, Türkçe konuşurken dahi  yabancı kelimeler kullanarak çevrelerinde "Yabancı dil biliyormuş" sanısı yaratma uğraşı, bu yolla kendilerine toplumda itibar sağlama özentisi getirdi. Toplumumuz da bu itibarı maalesef kendilerine verdi. Bugün karşı karşıya olduğumuz durum üzüntü verici. Caddelerimiz ne olduğu anlaşılmayan yabancı isimlerle, reklamlarla dolu. Daha kötüsü dilimiz de yabancılaşıyor. Bu yabancılaşmanın bir kısmı zorunluluktan geliyor. Teknoloji üretmediğimiz, ithal ettiğimiz için ister istemez hayatımıza bu kelimeler doluyor. 
 
Toplumlar baki kalmıyor. 3 000 yıllık medeniyetler çağında Pers’lerden Mısır’lılara, Makedonya’lılardan Roma’lılara bir çok imparatorluk ve medeniyet kurulmuş. Bunlar günümüzde yoklar. Baktığınızda; askeri alandaki başarılarını, savaşarak kazandıklarını, kültürlerindeki yozlaşmayla kaybetmişler. Onların yükselmesini sağlayan değerler, bir bir yok oldukça güçlerinden kaybetmişler ve sosyal çöküntüye uğramışlar, bu da sonlarını hazırlamış. Dil, bunların içinde en başta gelen kültür öğesidir.
 

(1) : KALİTE  Haziran 2009 sayı 135 sayfa 10

Bu İçeriği Paylaş

Benzer Yazılar: