2001 EKONOMİK KRİZİ

2001 EKONOMİK KRİZİ



KAPİTALİZMİN BELALISI: EKONOMİK KRİZLER

2001 KRİZİ

 

Petrol krizinin ardından başlayan arayışlar sonucunda dünya, "Yeni Ekonomi" ile tanıştı. Yeni ekonomi, telekomünikasyon teknolojisinin sağladığı avantajlara dayalı olarak bütün ülkeleri birbirine bağlıyor, birbirlerine daha fazla bağımlı hale getiriyordu. "Küreselleşme" hareketliyle birlikte, ticaretin serbestleştirilmesiyle; 90’lı yıllar, dünyanın; barış, büyüme, açlığı ve yoksulluğu önleyeceği, refahı getireceği umuduyla, Küreselleşme hareketinin heyecanla karşıladığı yıllar oldu. Üretim, önceki 20 yılı neredeyse üçe katladı. On yıl içinde dünya ticaret hacmi, hiç görülmemiş bir oranda, yüzde 90 arttı. Küreselleşmenin başını ABD çekiyordu.

Buna rağmen 1990’larda birçok Amerikalı; ideoloji çağının, çıkar ve politika çağının sona erdiğini düşünüyordu. Herkesin, doğru ekonomi politikaları üzerinde mantıkla anlaşmaya vardığı, yeni bir uzlaşma çağına girilmişti. "Nokta.com" şirketleri ve teknolojik gelişmelerle, ekonomiye bir iyimserlik hâkim olmuştu. Üretim artıyor, hizmet sektöründe yeni, yüksek ücretli işler ortaya çıkıyor, tüketiciye ucuz giyim ve elektronik eşya kolaylıkla sağlanıyordu. İşsizlik azalıyor, buna rağmen artan rekabetle enflasyon kontrol altında tutuluyordu. "Nokta.com"un simgelediği yeni bir kavram, Amerikan tarzı kapitalizmin simgesi oldu. İnternet; ekonomi ve dünya ticaretinde patlama yapmış, teknolojinin gelişim hızını tek başına değiştirmiş ve üretim hızını çeyrek yüzyılda görülmemiş şekilde arttırmıştı. Mal üretim ekonomisinden, bilgi üretimine geçilmişti.

1992-2001 yılları arasında sağlanan serbestlik ve destekle, telekomünikasyon endüstrinin ekonomideki payı iki katına çıktı. Yeni yatırımların üçte birini, yeni işlerin üçte ikisini bu sektör sağladı. Güçlerini birleştiren endüstri ve finans sektörleri, servetlerine servet kattı. Serbestleştirmenin başlamasıyla telekomünikasyon sektöründe adeta "Altına hücum" başladı. Bankacılıktaki serbestleştirme ile piyasa iyice kontrolsüz kaldı. Hükümette, finans sektöründe, teknolojide, telekomünikasyonda; her yerde herkes büyük coşku içindeydi. Bu coşkuyla yatırımlar arka, arkaya yapıldı, büyük değerler yaratıldı. Serbest piyasayı savunanlar, piyasadan pay almak için uğraşacak firmaların rekabeti arttıracağını söylüyorlardı. Ama bu bakir alanda piyasaya ilk giren şirketler, baskın olmayı garantilemek için büyük paralar harcadılar. Bu yatırım çılgınlığı fazla kapasite yarattı. 2002 yılındaki daralmayı meydana getiren sebeplerden biri buydu.

Artan kar oranları herkesi daha fazla kar istemeye, bunun için de serbestliğin daha çok artması taleplerini dile getirdi.  90’larda ABD’de en çok lobicilik yapan şirketler; telekomünikasyon, bankacılık şirketleri ile çevre düzenlemelerinin getirdiği kısıtlara direnen şirketlerdi. Piyasaya ilk girmeni çok büyük avantajları vardı. Bu bakımdan firmalar lobi faaliyetlerine büyük paralar ödüyor, büyük yatırımlar yapıyorlardı. Ama ilk girmeyi başarırlarsa büyük karlar elde edeceklerinden buna katlanıyorlardı. Giremeyenler yaptıkları atıl yatırımla kalacaklardı. İlk giren olağan dışı kar beklentisi taşıyordu.

Kamu denetimi ve müdahalesi kaldırıldığında büyük şirketlerde baskın olma isteği, kısa dönemde ekonomik patlamayı besledi. 2001 yılı sonuna geldiğimizde telekomünikasyon sektöründe yüzlerce yeni girişimle, yaklaşık 65 milyar dolar yatırım yapıldı. Piyasadan pay kapmak için yarışan şirketler büyük borç altına girdi. Sermaye piyasalarında halka arzlarla çok büyük ek değerler yaratıldı. Şirketler yatırımcılarını ve kendilerine borç verenleri memnun etmek için muhasebe oyunlarıyla, usulsüzlüklere başvurdular. Ortaya konan para çok yüksekti. Herkesin birbirini kandırdığı bir ortamda sular çekildiğinde büyük bir yayın ağı fazlalığı, atıl yatırım ortaya çıktı.

Mal üretim ekonomisinden, bilgi üretimine geçilmesi büyük değişim yaratmıştı. Bu değişim; üretilen malın, insanların ya da buluşların değil, bilginin değerlendirilmesini gerektiriyordu. 90’ların ortalarına doğru insangücünün, üretim içindeki payı yüzde 14’lere geriledi. Toplam işgücündeki payı ise daha da düşüktü. Artık reel ücretler, artması gereken oranda artmıyordu. Düşük ücret, yüksek büyüme, artan üretim; daha yüksek kar içindi. Yüksek kar, düşük faiz oranlarıyla bir araya gelince, hisse senedi piyasası patlama yaşadı. Nisan 1991’de 500 seviyesinde olan teknoloji hisseleri endeksi NASDAQ, Temmuz 1995’de 1 000, Temmuz 1998’de 2 000, Mart 2000’de 5 132 seviyesine çıkmıştı.

Sonunda teknolojiye aşırı yatırım, kriz getirdi. Tarihteki aşırı yükselişler ve düşüşler bazen teknolojiye yapılan aşırı yatırımlarla ilişkilendirilmiştir. 1990’ların telekomünikasyon fırtınası; aynı telgraf, telefon ve demiryolları endüstrisi tekelleşmelerinin ilk zamanlarında yaşanan kaosla paralellik içindeydi. Ani yükseliş ve düşüşler aynı zamanda finans alanında büyük dalgalanmalar yaratıyordu.

Bankalar, kapitalist sistemde denetleyici bir role sahiptir. Skandalları ve tahsil olunamayan kredileri sevmezler. Kredi portföylerini sıkı bir kontrol altında tutarlar. Ancak geri ödeneceğinden emin oldukları şirketlere borç verirler, onların tahvillerini alırlar. Bir şirketin hisselerini, kendilerinin ne kadar kazanacaklarına emin olunca piyasaya sürerlerdi. Böylece iş dünyasında iflasların ve aşırılıkların önüne geçtikleri söylenebilir. Ama 1990'ların sonunda bu tablo değişmişti. Bu değerlendirmeleri geride bıraktılar. Banka analistleri, çıkar karşılığında kötü hisse senetlerine aracılık ettiler. Dolambaçlı denizaşırı ortaklıklar oluşturarak Enron’un borçlarını sakladılar.

Fakir bir ailede, bir papazın oğlu olarak yetişen, Başkan Bush ailesine yakınlaşarak usulsüz çıkarlar sağlayan, Kenneth Lay’in sahibi olduğu ENRON şirketinin, büyük miktardaki borçlarının, denetim firması Arthur Andersen yöneticileri tarafından saklanması, skandallardan biriydi. ENRON, birkaç yıl içerisinde neredeyse sıfırdan 101 milyar dolar kâra ulaşmıştı. Bu kârı yaparken ABD başkanı ile olan iyi ilişkilerinden faydalanmış, açgözlülükle rakiplerini alaşağı etmiş, kredi aldığı bankaları zora sokmuş, muhasebe oyunları ile adı skandallara karışmış, ama bunun yanında serbestleşmenin nimetlerinden faydalanarak kârlarına kâr katmıştı. Benzer usulsüzlüklerini, yurtdışında da sergilemekten çekinmediler. Hindistan’daki en büyük enerji yatırımı için dağıttığı rüşvetler ayyuka çıkmıştı. Hemen arkasından yine Arthur Andersen firmasını, WORLDCOM şirketinin kârlarını aşırı yükselterek, piyasaları ve yatırımcılarını aldattığı ortaya çıktı. Bu skandallar sonucunda ENRON ve Arthur Andersen gibi dev şirketler çöktü. Bu durum diğer finans şirketlerini de olumsuz etkiledi. Sağlık sektörü, toptancı sektörü ciddi sorunlar ve iflaslarla karşılaştı.

Neticede 2001-2002 yıllarında, ABD’nin belli başlı bankalarının birçoğunda, ardı ardına skandallar yaşandı. J.P.Morgan, Credit Suisse First Boston Citigroup, Merrill Lynch gibi efsanevi bankalar, Salomon Smith Barney firması, Goldman Sachs gibi finans kuruluşları bunlar arasındaydı. Bu kurumlar yaptıkları usulsüzlükler nedeniyle 1,4 milyar dolar cezaya çarptırıldılar. Büyük skandallar diğer ülkelerde de, Avrupa da bile görüldü. Vivendi, Hollandalı Ahold gibi devlerin CEO’ları görevden alındı.

İki tür bankacılık vardır; tahvil ve hisse senedi işlemleri yapan yatırım bankacılığı ve tasarruflarla kredi hizmeti veren ticari bankacılık. Yatırım bankalarının verimliliği bilgi akışına, enformasyona dayalıdır. Güvenilirlik konusunda ün ve saygınlık kazanmışlardı. Ama 90’lardan sonra bankalar piyasaya saptırılmış enformasyon vermeye başlayınca birçok durumda bankacılar ve analistler çalıştıkları firmalarla ilgili durumları biliyorken, kamu bu enformasyondan mahrum kaldı. Piyasalarda güven azaldı. Ne zaman doğru enformasyon açığa çıksa, hisse senedi fiyatları aniden aşağı düşüyordu.

Halka arzlardan ve diğer alışverişlerden kazanılan paranın aşırı yüksek olması, yanlış bilginin, doğru bilgiden çok daha fazla ödüllendirilmesine sebep olmuştu. "Kamu yararı" ilkesine yönelik bir ödüllendirme söz konusu bile değildi.  Yüksek kar, yöneticileri ve diğerlerini sadece bugünü düşünmeye yönlendirdi. Artık uzun vadeli düşünenlere değer verilmiyordu. Bu ortamda analistler telekomünikasyon ve yüksek teknoloji hisselerinden milyonlar kazanmıştı. Kendilerine güvenen tedbirsiz müşterilerine aldatıcı bilgilerle dolu analizler sunmuş, şirketlerin gerçek değerleri konusunda yanıltıcı bilgi vermişlerdi. Onları böyle davranmaya, kısa dönemli düşünmeye; aldıkları ikramiyeler ve diğer finansal teşvikler yönlendirmişti. Bankalar, defterleri üzerinde oynayan ya da rakamları bir yığın karmaşık ayrıntı içine gömerek bir biçimde gerçeği saklayan şirketleri artık ele vermiyor, tam tersi bunları yapmalarına yardım ediyorlardı.

Öte yandan şirketleri yönetenler, milyonlarca hissedarın yararına, onların kazançlarını arttırmak için oradaydılar. Bu dönemde şirket tepe yöneticileri, yıl sonu primi olarak şirket hisselerinden hatırı sayılır bir miktarı prim olarak, ama piyasa değerinden çok daha ucuza alma imkanına kavuşmuştu. Bu durumda şirket yöneticileri, çoğu kez kendi yararlarını gözetir oldular. Sıradan hissedarların gerçekte neler olup bittiğini görmelerini zorlaştıran hisse satın alma yetkileri durumu daha da kötüye götürüyordu. Ayrıca bu durum, onların şirket hisselerini, piyasadan değerlerinin çok altında alma imkanı vermişti.

Çoğunlukla açık piyasada satılmayan ne varsa onları aldılar.  Kısa vadeli karlara yöneldiler. Halka arzlarda arzı yapan kurumlar etik değerleri yok sayarak uygunsuz davrandılar. İşler, büyük bunalımda olduğu gibi, kötüye gitmeye başladığında bankalar paralarını kurtarmak umuduyla kredi açmaya devam ettiler. Ama iş, işten geçmişti. Krizler büyüyüp, bankalar da kötü duruma düştü. Riske katlanan kamu olmuş, ödülü ise bankalar almıştı. Bankalar başarısız olduğunda onları kurtarmak için kullanılan kamu desteklerinin bedelini sonuçta vergi mükellefleri ödemekteydi.

ABD’de 2000-2002 arasında, menkul kıymetler borsasında işlem gören hisse senetleri 8,5 trilyon dolar değer kaybetti. Tek başına AOL Time Warner, 100 milyar dolar kaybetti. Buna rağmen yoluna devam edebildi.  Oysa 1990ların başında değil yoluna devam edecek, böyle bir değere sahip şirket bile yoktu. Yarım milyon kişi işsiz kaldı. İletişim, teknoloji sektörü hisseleri yüzde 86 düştü. 23 dev telekomünikasyon şirketi battı. 1997-2001 yılları arasında telefon endüstrisine yapılan 65 milyar dolarlık yatırımın değeri 4 milyar dolar civarına düştü.

Amerikalılar birikimlerini bireysel emeklilik şirketlerine yatırır. ABD ekonomisi her zaman özel sektöre güvenmiş ve teşvik etmişti. Yeni ekonomi döneminde bu daha da ileri götürüldü. Özelleştirme furyası;  açgözlülük, ideoloji, çıkar rüzgârlarını arkasına alarak emeklilik fonlarına da sirayet etti. Hisse senedi piyasalarındaki yükselme, insanların iştahını kabartınca herkes buna sıcak bakmaya başladı. İnsanlar paralarını sosyal güvenlik sistemine yatıracağına hisse senedi piyasasına aktarmayı yeğlediler. Wall Street başlarda yüksek geri dönüşlerle bu yaklaşımı yüreklendirdi. Ama hisse senedi piyasası çökünce, bilhassa yeni teknoloji ve telekomünikasyon şirketlerine yatırım yapanlar hüsran yaşadı. İnsanlar emeklilikleri için bir köşeye ayırdıkları paraları kaybettiler. Bu dönemde bu şirketler ve Amerikalılar, zenginliklerinin üçte birini kaybetmişlerdi. 12 ay içerisinde, iki milyon insan işini kaybetti. Uzun dönemde işsizlik 3,8'den yüzde 6’ya çıktı. 1,3 milyon Amerikalı yoksulluk sınırının altına düştü, 1,4 milyon insan sağlık sigortasından yoksun kaldı.

Kapitalizm dünyası, ekonomik krizlerle 200 yıldır boğuşuyor. Önlem alınmaz, bir şeyler değişmezse bundan sonra da ekonomik krizler olacaktır. Şunu fark etmeliyiz ki önceleri 50-60 yılda bir ortaya çıkan krizler şimdi daha sık ortaya çıkıyor. Nitekim çok değil, bundan yedi yıl sonra, yine ABD'de büyük bir kriz ortaya çıkacaktı. Bunu da bir başka yazımızda ele alacağım.

Bir başka yazımda buluşmak üzere…

Bu İçeriği Paylaş

Benzer Yazılar: