AVUCUNUZDAKİ KELEBEK
Avucunuzdaki Kelebek, tüm hayatınızın ve mutluluğunuzun avucunuzun içinde, sizin ellerinizde olduğunu anlatan bir kitap. Bu konuda yazılan bir çok kitap olmasına rağmen onu diğerlerinden farklı kılan, yazarın kullandığı nefis dil ve üslup. Ahmet Şerif İzgören, fikirlerini düşüncelerini, günlük hayatta karşımıza çıkan hikayeler, sorular ve tatlı anekdotlarla nefis bir şekilde sunuyor. Kitabı elinize aldığınızda, bir anda su gibi okuyorsunuz. . "Okuyorsunuz" demek doğru olmaz, adeta yazarla konuşuyorsunuz.
-------------oooOOOooo-------------
Yazara göre her insanın, hayatta bir amacı, hayali olmalı. Bu hayalin peşinde koşarken; engebeli yollarda bize yol gösterecek, yanlış yollara sapmamızı önleyecek değerlerimizi unutmamalıyız. Bir vizyonu, amacı ve değerlere sahip olmak, hayattaki en önemli zenginliğimiz olacaktır. Zenginlik parayla pulla olmuyor. Bunu da Vehbi Koç'un çok anlatılan vasiyeti ile açıklıyor. Vehbi Koç, oğlu Rahmi Koç'a iki mektup verir; "Birini ben ölünce aç, ikincisini de beni defnettikten sonra açarsın" der. Vefat ettiğinde, Rahmi Bey ilk mektubu açar. Mektupta, "Oğlum, senden tek bir isteğim var; beni çoraplarımla gömsünler". Fakat İmam, tüm ısrarlara rağmen bu talebi kabul etmez. Rahmetli Vehbi Koç ister, istemez çorapsız defnedilir. Defin işlemi bittikten sonra Rahmi Koç ikinci mektubu açar; "Bak oğlum! Öbür tarafa bir çift çorap bile götüremedim."
Hayattaki yaşama amacınızı ve değerlerinizi bilmeniz, hayatınızı anlamlı hale getirir. Ama eğer bunları bilmiyorsanız; sıradan bir hayat sürer, yaşantınızdan zevk almazsınız. Gelecek hayallerinizi belirlerken (Vizyon); gerçekler için hayallerinizi, hayalleriniz için gerçekleri feda etmemelisiniz. Hayallerinizin büyüklüğü, geleceğe bakışınıza ve ufkunuzun genişliğine bağlı. Bu bakımdan vizyonunuzu belirlerken, korkmadan büyük hedefler koymalısınız. Enerjinizi korkularınıza değil, rüyalarınızı gerçekleştirmeye harcadığınızda başaramayacağınız şey yoktur.
Herkesin mutlaka kendince bir amacı vardır. Kimisi için vatan önemlidir, kimisi için sahip olduğu bilgiyi yaymak. Ya da Toplum için çalışmak, hayvan haklarına sahip çıkmak. Bu amacın doğrusu, yanlışı; önemlisi, önemsizi yoktur. Biri için hiçbir önem taşımayan bir amaç, bir başkası için çok şey ifade edebilir.’’ Etrafımızda her şeyi para ve başarıya bağlayan, sonuç odaklı bir sistem var. Böyle yetiştiriliyor, böyle düşünüyoruz. Oysa değerli olan, bir amaç uğruna harcanan çabalardır. Hayat bir yarış değildir. Öyle olsaydı, çoğumuz kaybedenlerden olacaktık. Çünkü yarışların tek bir kazananı olur. Gerisi kaybeder.
ABD'de "Dünya Spastikler Olimpiyatı" düzenleniyor. Yüz metre yarışı yapılırken, Down Sendromlu koşuculardan birinin ayağı takılıyor ve düşüyor. Acıyla inlerken, diğer zihinsel engelli koşucular geriye dönüyor ve düşen atleti kaldırıyorlar. Down Sendromlu bir kız, oğlanı öpüyor: "Bu onu iyileştirir" diyor. Kollarına girip teselli ediyorlar ve hep beraber yürüyerek mutlu bir şekilde yarışı bitiriyorlar.
Bir gelin kaynanasıyla hiç geçinemiyor. Araları o kadar kötü ki gelin aktara gidip durumu anlatıyor: "Onu mutlaka zehirlemeliyim. Bana öyle bir zehir ver ki, kimse fark etmeden onu zehirliyeyim." Yaşlı aktar geline bir toz verir. "Bunu her gün, yemeğine çok az karıştır, fakat aranı çok düzgün tut, gülümse, iyi davran ki kimse senden şüphelenmesin" demiş. Kızgın gelin kaynanasının her yemeğine muntazam o beyaz tozdan karıştırıp, kaynanasına çok iyi davranmaya başlamış. Aradan bir ay geçince tekrar aktara gelmiş gelin: "Bu zehrin panzehrini istiyorum. Zehirlediğimi anlamasın diye kayınvalideme farklı davranmaya, gülümsemeye ve saygı göstermeye başladım. Bu sefer onun da bana tavrı değişti, çok iyi bir insan oldu. Şimdi benim en iyi dostum. Onun ölmesine müsaade edemem." Yaşlı aktar cevap vermiş: " Panzehire ihtiyaç yok. Sana verdiğim zehir sadece tuzdu. O bir parça tuz, bugüne kadar kaç insanın arasını düzeltti, anlatamam."
Amerikalılar'ın, Gelişmekte olan Ülkelere sattıkları eğitimlerde, "Başarı, başarı" diye öğrettikleri şey belki de başarı değildir. Hayatını para kazanmaya odaklanarak, her yerde rekabet üstünlüğü elde etmek için yarışan bizler mi daha uygar insanlarız, yoksa yarışı kaybetme bahasına düşen arkadaşlarını kaldırmaya çalışan engelliler mi? Belki de o engelliler bizden daha gerçek bir hayatı yaşıyorlar. Biz ise bu sahte, tüketime ve birbirini ezmeye dayalı hayatı yaşamaya devam ediyoruz."
Ayvalık'ta, kıyıda, bizi dalışa götürecek tekneyi bekliyoruz. Üç genç kız yanımıza kadar geldi. Kızlardan biri topallıyor, ayağının birini hep sürümek zorunda. Durdular, bize Belediye Plajının olduğu yeri sordular. Biz de gösterdik; bir kilometre kadar ötede bir yer... Kızlardan sağlam olan ikisi: "Hadi geri dönelim, oraya kadar bu sıcakta yürünmez" diye aralarında fısıldaştılar. Engelli olan kız, "Niye yürüyemez mişiz? Ne var bunda? Yürürüz" dedi... Şaka gibi bir şey! Yürüme engelli olan kız, bizim gözümüzün önünde öbür ikisini ikna etti, bize teşekkür etti ve devam ettiler. Sizce hangisi daha engelli?
Mücadele ruhu, hayatınızın zor anlarında size yardımcı olacak güçtür. Ona sahipseniz hiç korkmayın. Mücadele ruhunuz yoksa her şeyi unutun. Orman müthiş bir hızla yanarken küçük bir serçe, yolundaki gölden pençeleri arasına su alıp ormanın üzerine bırakıyor ve tekrar göle uçuyormuş. Ormanın yanışını çaresizlikle izleyen hayvanlardan biri gülümseyerek bağırmış: "Ne o, ormanı birkaç damla su ile mi söndüreceksin?" Serçe cevap vermiş: " Benim elimden gelen bu."
Hayatı size Amerikan filmlerinin öğrettiği gibi yaşarsanız, yandınız demektir. Çünkü o kültürde para tüketmezseniz, var olamazsınız. Zenginlik, fiziksel özellikler, her şeyin önündedir. Oysa önemli olan, birilerini geçmek değil. Yaşamaktan zevk alacağımız, mutlu, tatmin edici, dünyaya yararlı bir hayat yaşamaktır. Yaşadıklarımız, hayata bakışımızdan, kendi davranışlarımızdan kaynaklanmaktadır. Bu; hayatta mutlu olanlar için de hayata küfredenler için de geçerli bir söylemdir.
Bir akşam arkadaşlarım bize oturmaya geldiler. Yanlarında Fransız bir kız arkadaşları var. Kız, üniversitede ihtisas yapmak için ailesinden destek istemiş, kabul etmişler. "Yalnız, mirasından düşeriz" diye ilave etmişler. Kız bunu çok normal görüyordu. Başka insanların öğretileri, felsefeleri, kitapları, size ancak kendi değerlerinizi keşfetmekte yardımcı olur. Onlarla yaşayarak amacınıza, hayalinize, huzura ulaşamazsınız.
Değerler, bize vizyonumuzu, hayalimizi gerçekleştirirken vereceğimiz kararlara ışık tutar, daha kolay, çabuk ve tutarlı karar almamızı sağlar. Tanımlanmış değerleriniz yoksa, algılarınız esen her rüzgarın etkisinde kalır, dünyayı, yaşadıklarınızı anlamlandıramazsınız. Ortak hedeflerin, insanları birleştirdiği aşikârdır. Eğer bir hedef varsa ona odaklanır ve güç birliği sağlarsınız. Bu hedefleri ise şu noktalarda ayrı ayrı belirlemek gerekir; sağlık, iletişim, para, hayat yönetimi, gelişim, iş, sosyal hayat. Kitapta bu hedefler kendi içeriklerinde açıklanıyor.
Bir genç kız bilge adamı şaşırtmak istiyor. İki elinin arasına bir kelebek koyacak ve bilge adama, "Avucumun içinde bir kelebek var, canlı mı, ölümü?" diye soracak. Ölü derse kelebeği salıverecek, canlı derse avucunu bastırıp kelebeği öldürecek, bilge adam her ne derse tersini ispat etmiş olacak. Kız kapalı tuttuğu ellerini bilgeye doğru uzatıyor: "Avucumun içinde bir kelebek var: Canlı mı, ölümü?"
Bilge adam cevap vermeden önce uzun uzun kızın gözlerinin içine bakıyor ve cevap veriyor: "Canlı olması da, ölü olması da senin ellerinde kızım, senin ellerinde"
Ahmet Şerif İzgören, 1965, İzmir doğumludur. 1983 yılında kuleli askeri lisesini, 1987 yılında hacettepe üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiuatı bölümünü bitirdi. 1991 yılında ordudan ayrıldı. Çeşitli kuruluşlarda yöneticilik yaptı. Beden dili ve kişisel gelişim üzerine çeşitli kitaplar kitaplar yazmış bir yazardır.